SANAT VE HUKUK
Hayatın her
alanıyla iç içe geçmiş olan hukuk, insan yaşamındaki varlığını yüzyıllardır
sürdürmektedir. Toplumun yaşam damarı olarak nitelendirilen sanat ile hukukun
arasında özel bir etkileşim olduğunu söylemek de yanlış olmaz. İnsan sanatı,
sanat da insanı süregelen bir döngü halinde geliştirirken, sanatta geri kalmış
toplumlar, sanatın düşündürme, zindeleştirme, ilham verme, aydınlatma ve
özgürleştirme güçlerinden mahrum kalırlar. Bu tür toplumlarda hukukçuların özgür,
hür düşünceli, nesnel ve eleştirel olmasını beklemek giderek güç bir hal alır. Herkes
gibi bazen hukukçular da farkında dahi olmadan sanatçılardan ilham alırlar.
Kabul etmek gerekir ki insanın yaratıcılık ve olaylara farklı açıdan bakma
yetileri kültür, sanat ve bilimle açığa çıkar.
Sanatın biri
toplumsal, diğeri bireysel olmak üzere iki yönü bulunduğu kabul edilmektedir.
Sanat insanın kendi iç dünyasını dışarı çıkararak bireysel yönünü gösterirken,
bu aynı zamanda toplumsal işleve de hizmet eder. Sanatın toplumsal hizmeti
günümüzde ne yazık ki sanatın amacı, anlamı ve işlevi ile belirlenmeyip,
devletlerin anayasalarında sanat özgürlüğüne getirdikleri sınırlamalarla
şekillenmektedir. Bu sınırlamalar belirlenirken devletlerin ideolojileri büyük
önem taşır.
Tarihte ilk
olarak Fransız İhtilali ile hukuk düzeninde yerini bulan sanat özgürlüğü, bugün
tüm ülkelerin anayasalarında yer alan bir konu haline gelmiştir. Kültürel bir
hak olarak nitelendirilen sanat özgürlüğü, devletler tarafından sınırlanırken,
aslında ona en muhtaç olan yine devletin ta kendisidir. Devletlerin sanat
özgürlüğü hakkında hem yasalardaki hem de güncel yaşamdaki tavırları toplumda
sanata verilen önemi belirleyici en önemli kriter olacaktır. Sanatla iç içe
olan ve sanatın özgür olabildiği toplumlarda, çeşitlilik, hoşgörü ve toplumsal
ilerleme artacaktır. Sanat özgürlüğünün sadece devletin kamusal alanlarda sanat
ve kültür çalışmalarına izin vermesiyle sağlanamayacağına şüphe yoktur. Sanat
özgürlüğü aynı zamanda bireysel yaratma özgürlüğünü de kapsamalı ve sanatçı
hiçbir şeyden çekinmeden kendi iç dünyasını topluma yansıtabilme gücünü
hissedebilmelidir. Çünkü sanatçı yapıtlarıyla kendi iç dünyasındaki özgürlük
duygusunu dışarı yansıtırken, toplumun da özgürleşmesini sağlayan bir öncü
niteliğindedir.
Dünyaya her
zaman eleştirel yaklaşan sanatçılar, toplumda fikirlerin çeşitliliğini sağlayarak
insanların serbestçe tartışabildiği ortamlar sunarlar. Olaylara nesnel ve
eleştirel yaklaşılan toplumlarda hukukun adaletten, özgürlükten ve demokrasiden
yoksun olması düşünülemez. Görüldüğü üzere sanat hukuktan, hukuk sanattan ilham
alır ve her ne kadar uzak görünseler de bu iki kavram birbirinden ayrı
düşünülemez.
Hukuka ve hayata dair..